30 Ağustos 2010 Pazartesi

Nenemin Dilinden - IV

Nenem ben kendimi bildim bileli namazını kılardı. Bu namaz kılmalar unutulacak gibi değildi.

Kimden almıştı dini eğitimini? Bilmiyorum. "Aga"sı Satılmış (Halil Ergün) bir hayli "esgü yazu" okumuş adamdı. Ondan mı öğrenmişti bildiklerini? Sanırım daha çok kulaktan dolma denilen cinsten olsa gerekti. Bafra'da olduğu zaman "mugabele"ye gittiğini, Ramazan geceleri "terafik"leri ve öncesindeki "nasaat"ları sağlığının elverdiği nispette kaçırmadığını hatırlıyorum. Bir de "mevlüt"lere giderdi zaman zaman. Herhalde bu katılımların da dini eğitimine katkısı vardı.

"Ezen" sesi nerden duyulacak? Vakit girmiş midir diye ya "horaz"ların sesi dinlenir ya da "gün"e bakılırdı. Bu "gün"ün "eş"i yoktu, "dulunuverüdü" akşamları!

"Namazlo"su genellikle önceki yıllarda kestiği "gurban"ların postundan olurdu. Kesilen kurbanın postu üzerinde namaz kılmak sıradan bir şey değildi. Kurbanla kurban eden arasındaki ilişkiyi sürdüren değişik bir ilişkiydi bu. Kurban sahibinin sırat köprüsünden kurbanın sırtına binerek geçmesine kadar sürecek bir ilişki...

İstikbali kıble: "Döndüm gıbleye gıblem kabiye"... Sonra vakte ve kılınan namaza göre niyet: "niyet ettim Allah ırzasu uçun yasu namazunun dört irekaat sünnetini gılmıya". Peşinden tekbir. "Alla hekber" ya da "hekmer", ama asla "ekber" değil. "Ekber"i söylemek kolay mı Türk için!... "Süpaneke", "elam". Sonra zammı sure: ya "gul"ler ya "innatayna", diğerlerine nenemin ilmi nasıl yetsin? Yetmezdi ama ondaki iman ne imandı. "Kocakarının imanı" derler ya. Bazen ilim erbabı özenir ya o imana. İşte tam o imandandı nenemin imanı.

Nenemin okuduğu "elam"dan unutamadığım kısım "maliki yoğmittin"dir. "Yevm id din" Türk hançeresinde bu şekli alıyordu demekki! Başka sertleştirmeler ya da yumuşatmalar da olurdu: "iktinas"da ya da "vealattaaliin" de olduğu gibi.

Sesli okumayı severdi nenem, sessiz okunması gereken yerlerde bile. Farz namazlardan önce kamet getirdiğini hatırlıyorum. Kitabi olarak kadınların yapması gerekmeyen bir şey, ama nenem yapardı (muhtemelen namaz kılmayı erkeklerden görerek/duyarak öğrendiği için). Son zamanlarında karıştırır olmuştu sureleri. Allah kabul etsin hepsini. Ettiğine inancım tam.

İki yanındaki melekleri görüyormuşçasına verdiği selamla namazı bitirince sıra "tepsük" çekmeye gelirdi. Peşinden dua. Dua hemen daima sesliydi. Ne içten dualardı be! "Mekdep görmedük, mederese görmedük" diye başlardı. Bu işin eğitimini almamışlardan bu kadar, kabul et Allah'ım demeye getirirdi. Eminim kabul ederdi Allah. Duaları güncel olayları içerirdi sık sık. Vefatından sonra mutlaka her namazında büyük oğlu Fikri için, çoğunlukla "Fikriiiim, benide götü yanığa" diye ağlayarak dualar ettiğini dün gibi hatırlarım. Ah, ana yüreği...

Duanın ilerleyen bölümlerinde sıra ölüme gelirdi. "Aazım dilim söyleriken, teneşürlere yakuşukan vedüğün emaneti al" diye yakarırdı Allah'a. Çocukken ölüm hakkındaki bu duaların anlamını kavrayamazdık tabii ki.

Nenem dualarında istediği gibi yumdu hayata gözlerini. Şimdi Alaçam'da Asri Mezarlık'ta yatıyor. Nur içinde yatsın.

Nenemin Dilinden - III

Nenemin son demlerine kadar ciddi hastalıklar geçirdiğini hatırlamıyorum.

Boyununda ince bir kesi izi vardı. "Angarada, güvetireden ameliyet oldum" derdi sorduğumuzda. Ankara'da kaç yılında ameliyat olmuştu guatr hastalığı nedeniyle? Bilmiyorum. Muhtemelen Mahfer Hala'mın orada olduğu yıllar... Karadeniz guatr hastalığyla meşhurdu bir zamanlar. Hatta bu durum karalahana (gara mancar) tüketimine bağlanmıştı. Özellikle kadınlarda sık görülüyordu. Erkekler sağ sola gidiyor, daha değişik gıdalar alıyor ama kadınlar sadece karalahana yiyor gibi bir açıklama yapılırdı bu cinsiyet farkı için. (Evet, kadınlar erkeklere göre köyden daha az çıkıyorlardı ama köyden çıkmayan erkekler de az değildi. Askerlik yoklaması için çağrılana kadar köyünden çıkmamış kişiler bilirim. Çıkmış da ne olmuş? Samsun'a kadar gitmiş, orada çürük raporu vermişler ayağındaki aksaklık nedeniyle. Sonra köye dönmüş ve bir daha hiç çıkmamış.) Bir hormonal etki var bu guatr işinde. Samsun'da guatr ameliyatı yapacak cerrah yok muydu o yıllarda? Muhtemelen varmıştır ama nenem kızının yanını tercih etmiştir.

Nenemin doktoru "eğşi"ynen ocak ateşiydi dersem yalan olmaz. Zaman zaman geçirdiği ufak tefek hastalıklarda başını cemberle sıkı sıkı sarar, sıkıca giyinir, eğşi ezdirip bol bol içer ve ocak ateşinin yanına uzanıp ter atardı. Ocak ateşi olmadığı zaman bir türlü ısınamazdı. Arasıra tütse de, kabı kaçağı is içinde bıraksa da Yukarıkoçlulu için ocak ateşinde karşı ayak tabanlarını kızdırmak dünyanın en büyük keyflerinden biriydi. Hey gidi günler... Şimdi koca köyde ocak yanan kaç ev kaldı? "Ocak" demek aile demekti, "ocağı batasıca" en büyük beddua, "ocağı tüttürmek" en büyük gururdu. Şimdi ocakların yerini sobalar aldı. "Ocak"lar "battı" mı? Batmadı belki, ama göçe yenik düştü.

Bu arada eğşinin genellikle kışın tüketildiğini yazın daha çok şıra ya da çalkama içildiğini de belirtelim. Şıra "karacerük"ten yapılırdı. Ne kadar ekşiyse o derece makbule geçerdi. "Çalkama"da öyle. Nadiren "yoort sulama" ile yapılırdı. Yağı "yayuk"ta alınmış yoğurttan oldumuydu daha da mabuldü (tam diyet ayran!).

Nenemin zaman zaman, özellikle bacaklarında ağrı olurdu. Çoğu zaman sineye çeker seslenmezdi bu ağrılara, dayanılmaz olduğunda ise ağrısıyla konuşurdu. Yanlış bir şey yazdığımı sanmayın, nenem ağrısıyla konuşurdu. Bir yanda bacağını oğuşturur öte yandan "beni seni bilmiyoduuuumm, sen nerden geldiiiiinn, geldüüün yere giiiiit" diye ağrısını uzaklaştırmaya çalışırdı. Ağrı kesici mi? Doktor mu? Onlar da neydi nenem için.

Nenemin kendince "doktorluğu" da yok değildi. Bizden birileri hastalanınca kurşun döktüğünü hatırlarım. Bir de bazı hasta kadınlara şişe çektiğini. Ebelik yaptığını duymuştum. Çıbanlara "gara mehlem" yapar, "ayağını berkittiği" zaman kendisi sarardı.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

beddualar

adı batasıca
avu galasıca

bayguş galasıca
boyu devrilesice

canı çıkasıca

daun çıkasıca
daun tutasıca

ermiyecesice

galdumıyasıca
gara gelin olasıca
gara döküle galasıca
gıran guyulasıca
gözü çıkasıca

haram yiyesice

fireğe sataşasıca

içi barı delinesice

leş olasıca (hayvanlar için)

oca batasıca

örmiyesice

soygun çıkasıca

tamı boşalasıca (hayvanlar için)

yenürce yiyesice
yidümeyesice

zıkımın dibini/kökünü yiyesice

Yağmur hasreti

Yukarıkoçlu yağmura, suya hasret bir yerdir. Su azlığı yazın hem sulama hem de içme suyu sıkıntısı şeklinde kendini gösterir. Büyüklerimden, köyde yağmur duasına çıkıldığını duymadım ama yağmurun kıt olduğu zamanlarda çocukların yaptığı şu etklinliği babam dahil bir çok kişiden dinledim.

Çocuklar bir araya gelip bir kurbağa yakalarlar. Kurbağayı sırt üstü getirip ayajklarından yassı bir tahtanın üstüne bağlarlar. Ellerine bir torba ya da çuval alırlar. Ev ev dolaşmaya başlarlar. Her evin kapısına vardıklarında,

"Edeno, Gödeno
Tam üstünde bonduruk
Gide gide yorulduk
Ver Allam ver
Selli sulu yamur"

derler. Evden biri çocukların başından aşağı bir tas suyu serptikten sonra onlara yumurta, kuru üzüm, şeker, helva, yağlı yufka ekmeği gibi köy yerinde değerli sayılan yiyeceklerden verir.

Köy dolaşıldıktan sonra çocuklar bir ağacın dibine oturup topladıklarını afiyetle yerler.

Sabileri sevindirmek... "Fiili dua" dedikleri tam da bu olsa gerek.

(Konunun etnolojik boyutu için okuma önerisi: Doç. Dr. Orhan Acıpyam dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/1039/12538.pdf )

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Nenemin Dilinden - II

Nenem, rahmetlinin dili çok renkli idi. İşte hala kulaklarımda çınlayan bazı sözleri:

"gara yağızın esmerisi", "büğdey tenlü", "albak yüzlü" bi uşak (genç bir erkeği tarif ederken)

"Ak garga getürü, gara garga götürü" (baba çalışır, kazanır; evdeki kaşık düşmanları yer bitirir)

"Yoluğun üstüne godum, toplıya toplıya gelüsün" (gençlere sitem sözüydü, benim başıma glenler sizin de başınıza gelecektir anlamında)

"Şıraaapbadana bi düşdüm" (hayatımda duyduğum en canlı düşme anlatımı, Allah kimseyi öyle düşürmesin!)

"Suyu şarıııladana açıyola" (rahmetli Yukarıkoçlu'da su sıkıntısı içinde yaşadığından şehirdeki çoluk çocuğun su israf ettiğini düşünürdü. Eeee, Sazak pınarından sırtımızda yayıkla su getirseydik herhalde biz de farklı düşünmezdik)

"Balgamın soğuntusunda gelin oldum" (Balkan Savaşı'nın son yıllarında gelin olduğunu anlatırken)

"İrembil .oku mu yedim?" (Gayba ait sorulara verdiği cevap! "İrembil" ne demek? Bilmiyorum. Baştaki "i"nin yabancı kökenli bir kelimeyi Türkçeleştirmek için konduğunu farz edersek "rembil" kalır. O da Arapçadaki "remil"den "yani fal oku"ndan bozma olabilir. İşin içindeki kehanet bouyutunu hesaba katarsak bu açıklama makul gibi görünüyor.)

(sürecek)

5 Ağustos 2010 Perşembe

Nenemin Dilinden - I

Ninem Satu Zengin'den dinlediğim maniler:

Birinci Dünya Savaşı ve ardından gelen İstikal Savaşı (Büyüklerimiz bu adı bilmezler, "seferbirlik" derler. Seferberliği birlikte sefer edilmeyi çağrıştıran seferbirliğe çevirmeleri halk irfanının bir göstergesi olsa gerek. Susun ey dilciler! Dilimizi neneler geliştirsin.) döneminde ülkemizin bazı yerinde olduğu gibi bizim oralarda da yönetim boşluklarına (müslüman ve gayrimüslüm çetelerin ortaya çıkması)ve yöneticilerin keyfiliklerine şahit olunmuş herhalde. Aşağıdaki dörtlük satıraralarında bu gerçeği ortaya koyuyor gibi.

Esgerlik makam makam
Sallan boyuğa bakam
Seferbirlik çıkalı
Gız oynattı gaymakam

***
Bu da Emine'ye yakılmış bir türküden geriye kalan bir dörtlük:

Eminem oylu musun
Minare boylu musun
Her gelen seni sorar
Altun hamaylu musun