24 Aralık 2009 Perşembe

Köyümüzün Adı "Yukarı" Ne?

Ülkemizde yerleşim birimlerinin adlarının değiştirilmesi son günlerde gündeme taşındı. Yerleşim birimlerinin adlarının değiştirilmasi ülkemizin bir gerçeği. Yenice bir gerçek olmadığı gibi ülkemizin sadece belli bazı bölgelerinde yapılan bir uygulama da değil. Selim Özcan'ın "XX. Yüzyılın Başlarında, Canik(Samsun) Sancağında İsimleri Değiştirilmek İstenen Kaza, Köy, Mahaleler ve Yeni İsimleri" başlıklı tebliğinin metnine www.kultur.samsun.bel.tr/samsem2006/doc/044.pdf adresinden ulaşılabilir. Bu makale yer isimlerinin değiştirilmesinin ardındaki düşünce biçimini de, buna yeltenenlerin aczini de, bazı durumlarda açıkça ortaya çıkan cehaletlerini de gösteren güzel bir çalışma.

Yukarıkoçlu ya da Yukarı Koçlu oldukça yeni bir isim. Rahmetli babam Rasim Zengin'in yenilenmeden önceki "nüfus cüzdanı"nda "Yukarı Mülgüç" yazdığını hatırlıyorum. Büyüklerimiz "Yukarı Mürküç" derlerdi. Çetin Koşar adında bir Alaçamlı, internette gördüğüm yazısında "Yukarı Mülküç" diyor. Gerçekte ne acaba köyümüzün adı? "Mülgüç" ne demek? Kökeni ne? Bilen var mı? Ben aradım bulamadım. Bilen/bulan varsa yazarsa memnun olacağım.

Yukarı Koçlu muhtarlık ismi. Bu muhtarlığa çeşitli mahalleler zaman zaman bağlanmış, zaman zaman ayrılmış. Ama Yukarı Koçlu'nun ana çatısını her zaman "Gağşak" ya da Kavşak oluşturmuş. Gağşak üç mahalleden oluşur: Zıbo, Orta Gağşak ve Çongo. "o"lar uzatılır ve "oğlu" anlamına gelir. Zıbo yani Zıboğlu, Çongo yani Çongoğlu kimlerdi, bu isimler nereden geliyordu, ne anlama geliyordu? Daha bunun gibi bir sürü "o" ile biten yer adı var köyde. Örneğin "Kerton oluk yeri". Kimdi Kerto yani Kertoğlu? Nereden geliyor bu ad? Ne anlama geliyor?

Bu arada tarihçi Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun Anadolu'da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar sitesinde (http://www.anadoluasiretleri.com)yaptığım taramada hiçbir sonuca ulaşamadığımı da belirteyim.

18 Aralık 2009 Cuma

Elentü (Eğrelti)



Elentü, resmi adıyla eğrelti otu, Yukarıkoçlu'nun dere kenarlarında, çalı kenarlarında kükner fidelerine, deyim yerinde ise saçını süpürge eden, bir ottur.

11 Aralık 2009 Cuma

Gannuca (Kanlıca) Mantarı


(Foto: Nazım Zengin)

Kanlıca (Yerel söyleyişle "gannuca") mantarı sonbahar geldiğinde Yukarıkoçlu'da tadılabilecek doyumsuz lezzetlerdendir. Kuvvetice bir yağmurun ardından hava ısındımıydı "küknerlik"lerde, "avu"ların dibinde çıkar. Bol olmadığı için kanlıca mantarını aramak, bulmanın sevincini yaşamak, bir çırpıya dizip eve getirmek ve tabii ki közleyip yemek ancak yaşanmakla anlaşılabilecek güzelliklerdendir.

Orman Genel Müdürlüğü websitesinde kanlıca ile ilgili bilgiler şöyle:

Lactarius salmonicolor (Melki mantarı olarak ta adlandırılır)

Şapka

Büyüklüğü 5-15 cm kadardır. Mantar gençken ortası hafifçe çukurdur, kenarı içeri kıvrıktır, büyüdükçe ortası daha da çukurlaşarak hemen hemen huni şekline döner. Renk turuncudur, açık sarıdan erik sarısına kadar değişir, kenarda 1 milimetre genişlikte halka halinde açık parlak sarıdır ve belirgindir. Genel görünüşle turuncu ve sarıdan ibaret halkalıdır. Yeşil renkleme yoktur.

Lameller

Başlangıçta kırmızımtırak sarı beyaz, daha sonra açık portakal rengi tonundadır. Sapa doğru kıvrımlı şekil alır, sap üzerinde birazcık devam eder.

Sap

3-6,5 cm boyunda 0,8-2,5 cm kalınlığında, silindir şeklindedir. Renk bakımından portakal sarısı, dip kısmında kırmızımtırak sarı beyaz, yukarı kısmında şarap kırmızısı turuncudur. Sapın etli kısmı kırmızı-pembedir ve koparıldığında turuncu renkte bir sıvı çıkarır. Gençken içi dolguludur, daha sonra şapkaya kadar olan alt kısımda boşlukludur.

Etli Kısım

Kırmızımtırak sarı beyaz renkli, meyve kokulu ve yumuşak, sünger gibidir.

Spor İzi

Parlak kırmızımtırak sarı, tunç rengindedir.

Yetişme Yeri ve Zamanı

Çam meşçerelerinde ve çam ormanı açıklıklarında, çayırlıklarda, Avrupa'da yapraklı ağaç ormanlarında, ilkbahar ve sonbaharda yağmurlardan sonra görülür. Mantar gençken, kırılıp koparıldığı yerinden portakal renkli bir sıvı çıkarır, bu sıvı hava ile temas edince kırmızı olur, iki saat sonra kırmızımtırak portakal esmeri renk alır ve acıdır. Mantarın tadı acıdır fakat nahoş değildir, lezzetlidir.

9 Aralık 2009 Çarşamba

Misir



Misir, yani mısır, Karadenizli'nin, hele de fukara ise, hem ekmeğidir hem de katığı. Ekmeği, çorbası, aşı, patlağı daha neleri neleri yapılır. Püskülünden bıyıklar mı yapılmaz, sapından yastıklar mı doldurulmaz. Mısır ununa bulamadan hamsinin bile tadı eksik kalır.

Rahmetli Erkan Ocaklı ne de güzel söylerdi:

Misiri kuruttun mu
Anbarda duruttun mu
Nenen çarık giyerdi
Bunları unuttun mu (Nakarat)

Suda pişmiş misiri tuzlayıp yiyeceksin
Misirin türküsünü benden dinleyeceksin

(Nakarat)

Köydeki kızlarınan ırgatlıklar ederduk
Misirn püskülünden sigaralar içerduk

(Nakarat)

Korko çorbası derler misirin çorbasına
Benden selamlar olsun misirin babasına

(Nakarat)

Misirin ekmeğini ederler saç altına
Bizim sofrada misir benzer sarı altına

(Nakarat)

Gardaş beşikte seni nenen donatmadı mı
Seni yaradan Mevla beni yaratmadı mı

(Nakarat)

Nokul



Sadece Yukarıkoçlu'ya değil tüm Samsun havalisine özgü bir lezzettir nokul. Nokulsuz bayram düşünülemez.

Nasıl yapılır?

İşte tariflerden bir tarif:

1 yumurta, 1/2 su bardağı yoğurt, 1/2 su bardağı sıvı yağ, 1 su bardağı su, 1/2 paket kabartma tozu, 1 çay kaşığı tuz, 4-5 su bardağı kadar un yoğurularak yarım saat kadar oda ısısında bekletilir. Hamur 3-4 parçaya bölünerek elde edilen pözüler okloç ile açılır. Yağ teleği (modern zamanlarda fırça) yardımıyla tüm yüzey sıvı yağla yağlanır. Önce toz şeker serpiştirilir, ardından ince ceviz ve/veya kuru üzüm hamurun her yanına dökülür. Hamur sarılarak elde edilen uzun rulo 3 parmak kalınlığında kesilip yağlanmış fırın tepsisine bitişik nizamda dizilir. Nokulların üzerine yumurta sarısı sürülür ve pişirilir. Soğuyuca afiyetle yenir. Fotograftaki sofrada olduğu gibi yanında bir de üzüm hoşafı olursa yemeye doyum olmaz.

Avu (Ağu) Çiçeği



Avu çiçeği

Görünüşü çok güzeldir. Çiçeği hoşça kokar. Koyun-kuzu yerse zehirlenir. Avuluklar çerek ve çamların tetişmesi için güzel bir ortam oluşturur.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Yukarıkoçlu'nun Peyniri

Yukarıkoçlu'nun peyniri ünlüdür. Çarşamba günleri Alaçam pazarında en pahalıya satılan peynirler Yukarıkoçlu peynirleridir.

Aşağıdaki bilginin kaynağını belirleyemedim, ama internette belki yüzlerce sitede mevcut. Artun Ünsal'ın Yapı Kredi Yayınları arasında yayınlanaö "Süt Uyuyunca: Türkiye Peynirleri" adlı kitabından alıntı olabileceğini düşünüyorum, ama doğrulamış değilim. Doğrulayamadığım bir husus da Yukarıkoçlu peynirine verilen "çiğ kesik" adı. Ne ninem rahmetli Satı Zengin'den ne de halen yaşayan hiç bir Yukarıkoçlu'ludan bu adı işittiğim vaki değildir.

'ÇİĞ KESİK' PEYNİRİ

Samsun'da, daha çok Alaçam ve çevresindeki yaylalarda yetişen koyunların sütünden çiğ olarak yapılan ve 'çiğ kesik' olarak bilinen peynirler için birçok ilden özel siparişler alınıyor.İlçe merkezinden yaklaşık 950 metre rakımda bulunan Yukarıkoçlu köyü yaylasında beslenen koyunların sütünden yapılan çiğ kesik peynirlerin kendine özgü yapılış tarzı ve tadı bulunuyor. Çiğ kesik peynirinin lezzeti, yaylalarda, başta kekik olmak üzere birçok türde otla beslenen koyunlardan elde edilen sütten geliyor. Çiğ kesik peyniri için yurt içi ve yurt dışından siparişler geldiği belirtiliyor.

9 Ağustos 2009 Pazar

Yukarıkoçlu'da konuşulan günlük dilin bazı özellikleri:

1. Kelime başında k-g değişmesi: Kolya-golay, kalma-galma, kabalak-gabalak, kahve-gave, Kavşak-Gağşak, keçi-geçi örneklerinde olduğu gibi.

2. l ve r harfleriyle başlayan kelimelerin başına sesli harf eklenmesi: Limon-ilimon, lazım-ilazım, rahat-ırahat, Rasim-İrasim, Rus-Urus, Rum-Urum, rüzgar-örüzger, Ramazan-Iramazan gibi.

3. Kelime içinde k-ğ değişmesi: Akşam-ağşam, ekşi-eğşi örneklerinde olduğu gibi.

4. Harflerin yer değiştirmesi (metatez, göçüşme): Çömlek-çölmek, kibrit-kirpit, ibrik-ırbık, memleket-melmeket, çıplak- cılbak örneklerinde olduğu gibi.

5. Kelime başında i-e değişikliği: İkiz-ekiz, işitmek-eşitmek, iyi-eyi örneklerinde olduğu gibi.

6. Kelime başında d-t değişikliği: Tatlı-datlu, tutmak-dutmak, tavşan-davşan örneklerindeki gibi.

7. Kelime başında b-p değişikliği : Parmak-barmak, pek-bek, pişi-bişü örneklerinde olduğu gibi.

8. Kelime içinde r-l değişikliği: Güreş-güleş, servi-selfi'de olduğu gibi.

9. Kelime başında s-z değişmesi: Sopa-zopa, sabah-zabah, soba-zoba örneklerinde olduğu gibi.

10. Kelime içinde ğ-v değişmesi: Koğmak - kovmak, oğmak-ovmak örneklerindeki gibi.

11. -lı/li ekinin -lu/lü'ye dönüşmesi: Tatlı-datlu, frengili-fireklü örneklerinde olduğu gibi

12. Aile adların sonundaki -oğlu ekini -o (uzatılarak söylenir)'ya dönüşmesi: Zondaloğlu-Zondalo, Herecoğlu-Hereco örneğinde olduğu gibi

13. -leyin ekinin -ınan ekine dönüşmesi: Akşamleyin-ağşamınan, sabahleyin-zabağınan

14. Kelime sonlarında i-ü (ı-u) değişimi ve sondaki r'nin düşmesi: Gelir-gelü, kalır-galu örneklerindeki gibi.

15. Kelime içinde ı-u değişikliği: Alışkan-alışgun örneginde olduğu gibi.

16. Kelime sonunda v-f değişmesi: Alev-alaf örneğinde olduğu gibi.

17. Kelime başında e-a değişmesi: Elma-alma örneğindeki gibi.

18. Kelime içinde e-a değişimi: Ateş-hataş, haber-habar örneklerindeki gibi.

19. Kelime içinde e-u değişikliği: Beraber-barabur örneğinde olduğu gibi.

20. Kelime içinde a-u değişikliği: Baba-buba örneğindeki gibi.

21. Kelime içinde nl'nin ğ'ye dönüşmesi: Yanlış-yağnış örneğindeki gibi.

22. Kelime başına sessiz harf eklenmesi: Ateş-hataş, esir-yesir örneğindeki gibi.

23. -inene kadar. -e kadar anlamında -değne: İnene kadar - inişdeğne, çıkana kadar - çıkışdağna gibi.

24. -yor ekinin ye/ya'ya dönüşmesi: Geliyor-geliye, geliyorlar-geliyala örneğindeki gibi.

25. -n ile biten kelimelere gelen çoğul eki -lar'daki l'nin n'ye dönüşmesi: Günler-günne, onlar-unna örneğinde olduğu gibi.

26. Kelime içinde ç ikileme: Küçük-güççük örneğinde olduğu gibi.

Not: Bu metin tamamlanmamıştır. Bu metinde belirtilen özellikler Yukarıkoçlu'da doğmamış, orada uzun süreli yaşamamış ancak nenesinden, ana-babasından ve sınırlı temasta olduğu Yukarıkoçlu sakinlerinden duyduklarını derlemeye çalışan, dil uzmanı olmayan bir Yukarıkoçlu'lunun sınırlı tespitleridir.

alırlar alula
tarla tağla
sonra soğna

4 Ağustos 2009 Salı

Sülaleler

Zondalolar
Bayramlular
Kazancılar
Gauçlar
Tongazlar
Gadılar
Gauçaliler (Sarılar)
Sümüno ?

Lakaplar

Akça
Altı sap

Budama

Cılız
Cinek
Cingız

Çete

Darakçı
Delü ...
Deveci
Dilibit
Dodaş

Ekti

Gara ...
Gasaplu garı
Gauç
Gavur ...
Gedemen
Guluk gız
Gocabaş
Göncü
Guru ...
Guru garı
Gümüş

Hülük

Korit
Kör ...
Kürt ...

Mamir

Pala
Partalcı
Patil ...

Patil ...
Postal İbik

Senyor

Takır ...
Tomi
Topal ...
Torun garı
Toslak ...
Türkmen ...

Yokuş
Yumbal ...

2 Ağustos 2009 Pazar

Kesmeç



Eriştenin Yukarıkoçlu versiyonu. Çorbası ve yoğurtlu-sarımsaklı-tereyağlı ya da peynirli-terayağlı makarnası yapılır.

Gündelik dilden kelimeler

Yukarıkoçlu'da gündelik dilde kullanılan bazı kelimeleri kayıt altına almam, dil konusunda beni endişelendiren iki sebebe dayanmaktadır: 1. televizyonun köylere çıkması, 2. taşımalı, hatta yatılı eğitim. Bu iki faktörün kuşkusuz köyümüze bir çok olumlu etkileri olacaktır, ama analarımızdan, ninelerimizden gelen, yenice sağılmış süt gibi doğal olan kelimelerimizin, hele hele de seslerimizin kaybolmasına yol açması kaçınılmazdır. Çok az yaşamama rağmen kendimi ait hissettiğim, ölünce toprağına karışmak istediğim köyümün dilinin gelecek kuşaklara aktarılmasına bir katkı olabilir umuduyla kendi imkanlarım çerçevesinde bu derlemeyi yapıyorum. (Ülke çapında bilinen kelimelerin Yukarıkoçlu'da söylenen biçimleri için "Yukarıkoçlu'da Gündelik Dilin Bazı Özellikleri" başlıklı bölümüze bakılabilir.)

(Henüz tamamlanmamıştır, son güncelleme tarihi 2 Mart 2014)


A

acuk- ekşi tatlı, küçük yabani elma

adiref- etraf, çevre

afat- afet

aflat- ahlat

afur- ahır

aga- abi

ağuz- yeni doğuran ineğin koyu kıvamlı ve sarımtırak ilk sütü

ağmak- hayvan sırtına yüklenen yükün bir tarafa yatması, tepenin arkasına dolanmak

ağnak- karşı taraf. "ağnağında" tam karşısında demektir.

ağnanmak- hayvanın sırtüstü yatıp yere sürtünerek kaşınması

ağsulamattan- aniden

ahacukna- işte burada

ahraz- zekaca kıt kişi

alemiyon- aleminyum

aletirik- elektirik

alışmak- ateşlenen odunların tutuşması

alma- elma

amel- ishal

ameliyet- ameliyat.

ameliyet dokturu- cerrah

anca- ancak

andavallu- ahmak

apdeslük- evin el-yüz (hatta bulaşık) yıkama yeri

Apdil- Abdullah için kısaltma

apolle- hoparlör

Aprul- Nisan

arşak- yün eğirme sırasında elde çevrilen tahta alet

atlamak- ayıklamak ("ot atlamak" "daş atlamak")

aş- sebzeli yemek (genellikle içine bulgur katılır)"mancar aşı"

aşmak- erkek hayvanın çiftleşmesi

aş yerme- aşerme

aşurma- büyük kazan

aşurtma- büyük kazan

atlamak- ayırmak, ayıklamak, temizlemek ("ot atlama")

avara- avere, işssiz güçsüz

avkalamak- hırpalamak, örselemek

avkuru- çapraz, ters

avlo- (o uzatılır) ince uzun sırık, çalılarla yapılmış bahçe duvarı

avu-zehir, zehirli ot ya da bitki. ("Avu galasıca" hoşlanılmayan kişiler için söylenen beddua türünden bir deyim.)

aydışmak- inadına tartışmak. "Beniminen aydışma."

azınsımak- az görmek. "Doktur parayı azınsıdı herasıl."



B

bağırtlak- bebekleri beşiğe belerken tespit için kullanılan bez

badanaç- patinaj

balak- malak, manda yavrusu

baldırcan- patlıcan

balle- balya

banak- yufka ekmeğin dürülerek yenebilecek kadar küçük parçası

bandıkmak- çok yorulmak, yorgunluktan nefes alamaz hale gelip bunalmak

bar- küf, pas ("bar bağlamak" şeklinde kullanılır)

barabur- beraber

barsuk- (a uzatılır) barsak

becere- yol üzeri olmayan, yerleşime uygun olmayan yer

behemal- (behemehâldan bozma) mutlaka

belber- berber

beleyki- keşke

belkit- belki

bellülemek- belirlemek

bennek- kendini beğenmiş, kendini öven

bertikmek- burkmak ("ayamı berkitmişim")

beslek- evlatlık (aşağılama anlamında kullanılır)

beşlü- beşibiryerde altın ("geline iki bilersük bi de beşlü yapmışla")

bettafa- beddua

beyfide- (muhtemelen 'beyhude'den bozma) boşuna

beytambala kalmak- (muhtemelen 'betül mala kalmak'tan bozma) göç edip gidinin evinin, yerinin yurdunun ortada kalması

bıdak- budak

bıdırtu- alçak sesle konuşma

bıldır- geçen yıl

bızılamak- buzağılamak, buzağı doğurmak

bi ta- (a uzatılır) bir daha

biçik- buzağı

biki- (muhtemelen bir-ikiden bozma)- biraz, bir kaç

bilersük- bilezik

bilo daşı- (o uzatılır) bileyi taşı

birükdümek- biriktirmek

bişek- yağ çıkarmak için yayıkta ayranı döğmeye yarayan ve bir sırığın ucuna küçük bir ağaç tekerin takılmasıyla yapılan araç

bişü- yağda kızartılan hamur, ekmek

bitamana- ? (ilk a uzatılır)

bize- (e uzatılır)- biraz

bizel- (e uzatılır)- biraz, azcık (zaman için kullanılır)"Bizel otuduk."

bobal- vebal. Bobalı boynuğa: vebali boynuna

boca- (o uzatılır) bu gece

boduç- 1. küçük su güğümü, 2. kısa boylu ve topuluca ("boduç gız")

bonduruk- boyunduruk

bon- (o uzatılır) bugün

bostan- hıyar

boşanmak- hayvanın başlığından, koşum takımından veya bağından kurtulması

boyna- sürekli

boz- gri, sürülmemiş toprak

böbek- bebek

böğrek- böbrek

bökelek- hayvan sineği. "Bökelek tutmak" hayvanın sineğin verdiği rahatsızlıkla koşuşturması

bölertmek- gözünü, akı iyice belirecek biçimde açmak

börtük- haşlanmış

buğ- sıkıntı ("buğ geldi" sıkıntı bastı anlamındadır)

buğalmak- bunalmak

bulgurcuk- küçük taneli dolu

bunuçut- (ikinci u uzatılır) bunun için, bu nedenle

buruntu- sancı, kolik tarzında ağrı

buymak- çok üşümek

buynuz- boynuz

buzo- (o uzatılır) buzağı

büber- biber

büğdey- buğday

bürük- örtü, başı örten şey

büşürgeç-buğday, mısır, fasülye, varsa nohut karıştırılıp suda pişirilerek yapılan yemek


C

campil- el fenerinin ampulü

can alıcı- Azrail, ölümcül hastalık

canavar- kurt

carcur- tabanca şarjör

cazu- cadı

cebiş- yaşını doldurmuş dişi keçi yavrusu

cedit- yeni kelimesini kuvvetlendirmek için kullanılır ("cedit yeni" yepyeni

cez- (e uzatılır) çeyiz

cemek- üvendirenin diğer ucuna takılan, sabanın çamurunu atmak için kullanılan alet.

cenber- kadınların başörtüsü, eşarp

cerek- ince ve uzun köknar sırığı

ceylan- (cereyandan bozma) elektirik. "Ceylanna kesildi" elekti,rik kesildi demektir.

cılbak- çıplak

cılbanmak- soyunmak

cılga- genellikle hayvanların geçtiği dar yol, patika

cırcır- fermuar

cırnak- tırnak

cıvrışmak- buruşmak

cice- kız kardeş

cicik- meme

cilüm- kumlu toprak

cimcüklemek- çimdiklemek

cincile- iyi cins mantar ("cincile mantarı gibi" kızların güzelliğini anlatmak için kullanılır)

cingan- çingene

cini- sarımsak dişi

coruk- zayıf, gelişmemiş

cöz- (ö uzatılır) ceviz

cuap- cevap

cücük- 1.civciv ; 2. erkek çocuk cinsel organı

cüngül- erkek cinsel organı (çocuklar için kullanılır)

cüz gitti- az kalsın


Ç

çal- (a uzun okunur)tarlalarda bir araya toplanmış taşlardan oluşan yığın

çakıldak- koyunların arka bacakları civarındaki yünlerinde biriken dışkı tortusu

çalkamak- çalkalamak

çalmak- 1. sürmek (merhem, koku, yağ). "mehlem çaldım."; 2. mayalamak (yoort çaldım).

çaltu- çalı ("çaltu tikeni")

çamdu- kerestenin çivisiz, birbirine geçirilme yöntemiyle yapıldığı evlerde  odanın içinde duvarların birleştiği yer, köşe

çangılmak- kafa üstü yere düşmek

çar/çara- çarşaf (kadın giysisi)

çarlak- şelale

çatmak- karşılaşmak, rast gelmek ("eşee satduk, belaya çatduk")

çekmek- 1. tahılları değirmende öğütmek ("bizee dene çekdüdüm") 2. dişi hayvanlar için çiftleşmesini sağlamak ("düveyi çekdük")

çekiş etmek- (kadınlara arasında) ağız dalaşı yapmak

çekişmek- azarlamak, çıkışmak

çelpeşük- karışık

çemkürmek- (daha üst statüde birine)sert cevap vermek

çepellü- içinde çöp parçaları, yabancı ot vs. olan, karışık

çezmek- çözmek (düğüm vb.)

çığdumak- fırlatmak, "aklını çığdumak" delirmek anlamına kullanılır.

çığırmak- bağırmak, yüksek sesle söylemek ("hoca ezen çığırdı mı?")

çığrışmak- yüksek sesle bağrışmak

çığsımak- nemlenmek

çıkı- küçük bez torba, para kesesi

çımka- çinko

çıngışmak- batıcı tarzda ağrımak

çıtak- fiyakalı

çilemek- serpiştirmek ("yoka ekmeen üsdüne su çiledim")

çilik- kadın cinsel organı (küfür olarak ".mını çiliğini .iktiğimin ..." vb biçiminde kullanılır.)

çimmek- yıkanmak, banyo yapmak

çirpi- küçük dal parçaları

çit- (i uzun okunur) çekirdek

çite- örgü örerken kullanılan kısa, madeni şiş

çite- örgü örmek için kullanılan küçük şiş

çitimek- mısırı somağından ayırmak, fasülyeyi kabuğundan ayırmak

çokmak- havlamak

çon- kalça, kaba et

çor- aşırı tuzlu

çotuk- meşe kökü

çölmek- çömlek, toprak tencere

çönmek- oturmak

çöğdürmek- işemek

çöğür- dikenli bitki

çökü.- kadınların yazmalarının altına bağladıkları bir tür örtü

çöpür- keçi kılı

çördük- küçük yabani armut ("göğnü çördük")

çörle- su oluğu

çükündürük mancarı- bir tür şeker pancarı. Yapraklarından aş, kökünden pekmez yapılır.



D

dacanuk- (a uzatılır) işte orada

dağnamak- kınamak, ayıplamak, alay etmek

dakışmak- ağız dalaşı yapmak ya da kavga etmek, inatlaşmak

dammak- damlamak

dastar- dokuma sofra bezi

davranmak- aniden hareket etmek

davun- taun (veba, bulaşıcı hastalık). "Davun çıkasıca/tutasıca" taun hastalığına yakalansın anlamında beddua.

dayak- değnek

dayre- daire (bina, kuruluş, makam odası anlamında)

de da- (e ve a uzatılır) işte orada

değme- normal, sıradan şey. ("Değmeyi beenmiyen düğmeye mutaç olu.")

dehlemek- gizlice gözetlemek

dek durmak- uslu durmak

dem- aybaşı kanaması

dengilmek- devrilmek, yıkılmak

depboy- depo'dan bozma

depeleme- taşacak şekilde, boş yer bırakmaksızın doldurma

depmük- tekme

deste- biçilmiş ekinlerin bir araya toplanarak kağnıya yüklenebilecek büyüklükte hazırlanmış hali

dıkız- sıkışık

dırga- alıngan, mızmız, sürekli sorun çıkaran

dımo- (o uzun okunur)nezle

dısdıbuk- cascavlak ("dısdıbuk galmak": saçları sıfıra vurdurmak)

dışaru başlu- (erkekler için) çapkın, eşinden başka kadınlarla ilişki içinde olan

dibit- köpekleri çağırmak için tekrarlanarak söylenen bir söz

dilce- yabancı dil ("adamların ne dedüünü annayanmadım, dilce gonuşuyodula")

dirlük- geçim ("dirlük etmedile": iyi geçinmediler, "dirlüksüz": geçimsiz)

dikme- içgüveyisi

dirlik edememek- anlaşamamak

dirliksüz- geçimsiz.

ditmek- yünü tellere ayırmak, bir şeyi elle çok küçük parçalara ayırmak, gagalamak

dişek- değirmen taşına diş açmaya yarayan demir alet

dişemek- değirmen taşına diş açmak, keskin hale getirmek ("demeni dişedük")

dişini dişemek- süt dişlerini dökmek

dişo- (o uzatılır) değirmen taşına diş açmaya yarayan demir alet

diyelmek- ayakta durmak, dikilmek

dizeme- cereklerin belli aralıklarla ve birbirine paralel olarak kullanılmasıyla yapılan çit

dobiri- köpek yavrusu, enik

doğmak- donmak

dokuz cicik- dişi köpek

dolukma- dokunsan ağlayacak halde olma

domadizme- romatizma

dökmek- sebze/meyve ürün vermeye başlamak ("gagakla ta dökmemiş")

döng üstüne-

döşek- yatak

dulga- yağmur, güneş ya da rüzgârın etki yapamadığı kuytu yer, saklanılacak yer, ağaç, bina gölgesi, gölge

duncukmak- ateşin alev almayıp tütmesi

düğür- evlenen kızın/erkeğin babalarının birbirlerine göre durumu

düğürcü- kız istemeye gidenler ("...'nın gızına düğürcü gidiyala", "düğürcü başı")

düğürşü- evlenen kızın/erkeğin analarının birbirlerine göre durumu

dürmeç- yufka ekmekle yapılan dürüm

dürmek- (kaşlar için) çatmak

düşgü- kapı mandalı ?

düven- döven



E

ecük- (ilk e uzun okunur)azcık

eferim- aferin

efeyük- üveyik kuşu

eğcük- azıcık

eğrek- koyunların yaz günlerinde yattığı yer

eğşi- ekşi. Acı eriğin kaynatılması sonucunda elde edilen koyu pekmez-marmelat kıvamında yiyecek. Sıcak yaz günlerinde sulandırılak içilir, mısır ya da yarma çorbasına katılır.

ekleşmek- musallat olmak, taciz etmek

ekti- yetim

elekci- çingene ("Elekciden paşa yapmışla, ah gasnak dağı demiş")

elenter- anahtar

elentü- eğrelti otu

eletmek- iletmek, götürüp vermek

ellem- (ikinci e uzatılır) herhalde

elleme- müdahale etmek, elle dokunmak ("elleme bakalım, napıcak?"

Ellez- İlyas ("Ellezin gızı yingem")

elsinme- yabancı sayma

emen- bitki dikmek için hazırlanan yer

emüşük- aynı anneden süt emmiş, süt kardeş

en- (e uzatılır) üst baş, kıyafet. "Enimi çıkadım"

enteri- entari (gömlek anlamında kullanılır)

ersün- hamur kesmeye, tekneye yapışmış hamuru kazımaya yarayan demirden yapılmış ağzı geniş bir tür spatula.

eserük- sara hastalığı

eşgere- (muhtemelen aşikareden bozma) açıktan, alenen

eteki- öteki, diğer ("etek ev": yan oda)

evermek- evlendirmek

evlek- küçük tarla

evmek- acele etmek. "Çok even geç bızılar"

evsük- eksik

ezen- ezan



F

fakır- fakir

fanmak- geçmek, sönmek ("yüreem fanmış": kendimdem geçmişim)

fasille- fasulye

fenikmek- açlıkdan bayılacak gibi olmak ("yüreem fenikdi")

fendek- hendek

ferik- yumurtalamaya başlamamış tavuk

feslek- fesleğen

fırdolayı- çepeçevre

fırkıl- bir tür meyve püresi

fıslık- 2. ıslık (horan fıslığı), 2. fıstık

fışıramak- yemeğin gaz kabarcıkları oluşacak biçimde ekşimesi, bozulması

fışgı- hayvan dışkısı

fışkın- ağacın dibinden süren ince dal

firek- frengi. "Fireğe sataşacasıca" (frengi hastalığına yakalansın) şeklinde beddua, "fireklü" (frengili) şeklinde hakaret olarak kullanılır.

fisil- tohumdan biten küçük soğan

fiydümek- atmak, fırlatmak

foni- huni



G

gabala- götürü usulü

gabat- (ikinci a uzatılır) kabahat

gacemer- becerikli

gagak- patates

gağırmak- öküsürerek balgam çıkarmak

gağruk- sık sık gağıran kişi

gala- (ilk a uzun okunur) kadınlar (muhtemelen 'karılar'dan bozma)

galak- çene altı, boğaz ("adamın galaana çökdüm": yere yatırıp boğazını sıktım)

galesör- karoser

galın- (kişiler için) zengin, hatırlı ("irahmetlü galın adamıdı")

galuk- 1. orman kesilerek açılmış arazi; 2. evde kalmış kız

gamiş- (genellikle hayvanlar için) penis

gan- (a uzatılır) karın

ganı geniş- (a uzatılır) aşırı hoşgörülü

gandil- kalas

gancık- 1. dişi köpek, 2. dönek kişi

gapcuk- taneli bitkileri kabuğu, sünnet derisi

gara yer- mezar ("gara yere dolasıca" şeklinde bir beddua vardır.)

Garagış ayı- Aralık

garanuk- karanlık (Garanuk Dere- Yukarıkoçlu'daki derelerden birinin adı)

garar etmek- kararlaştırmak

garban- ince tahtadan bükülerek, silindir biçiminde yapılmış kutu

garcaşmak- (boğaz için) rahatsız olmak, irrite olmak ("boğazım garcaştı")

garık- sebze dikilen yolak

gasıt demek- şakadan söylemek ("gasıt dedim, haydak!")

gatık- ayran

gaş- yükselti, tepe

gaşo- (o uzatılır) kaşağı

gave- kahve, kahvehane

gavil- sözleşme

gavlamak- derisi ya da kabuğu dökülmek

gavuç- kasık fıtığı olan

gavut- kavrulmuş undan yapılan tatlı

gayda- türkünün makamı, söylenme tarzı

gazal- kurumuş ağaç yaprağı

gedemen- kodaman

geğiş- geniş

geğle- lekan, karda yürümek için ağaç dalından yapılan halkayı iplerle muhkem hale getirilerek yapılan bir araç

geğneşmek- kollarını yana açıp derin nefes almak, gerinerek esnemek

gem- ekin demetini bağlamak için kullanılan gene ekinden yapılan ip

gevmek- çiğnemek

gevmük- çiğnenmiş şey, lokmanın yutulmadan önceki hali

gıdım- çok az (gıdımcuk: çok azcık)

gılibik- kılıbık

gıran- kıran, bulaşıcı hatalık ("gıran guyulasıca" bulaşıcı hastalıktan ölesice anlamında beddua)

gırbo- (o uzatılır)- kurbağa

gırkluk- koyun kırkma makası

gırmuzu- kırmızı, domates

gıro- (o uzatılır) kırağı

gısırak- kısrak, dişi at

gısmur- cimri, eli sıkı

gış- kış, kar

gıvrak- güzel, yakışıklı, şık

gıyımsuz- acımasız, zalim

gızmak- iyice ısınmak

gızışmak- sıkıcı bir araya getirilmiş bitkilerin, ıslaklık ve mikropların etkisi altında çürürken ısınması, hayvan, eş isteme zamanının gelmesi, şiddetlenme

gidişmek- kaşınmak

girebi- çalı, diken kesmekte kullanılan ucu eğritilmiş bir çeşit küçük balta

gocalmak- yaşlanmak

godak- husye, erbezi, testis

golarmak- vurur gibi yapmak, vurmak için kolunu kaldırmak, korkutmak

gomak- koymak ("... goduumun ....")

gonak- saçta oluşan kepek

gonfor- minibüs

gopça- düğme

gopuk- serseri

gozak- kozalak

göğnümek- meyvelerin kendi kendine fazla olgunlaşması, yumuşaması

göğün- gönül ("göğnüğün keyfi bilü")

göğülsüz- gönülsüz ("insan gocar, göğül gocamaz")

gölbez- köpek yavrusu

göresi gelmek, göreslemek- özlemek

görge- gölge

göt- anüs ("heladan çıkakana götünü yıka"), kıç, popo, kalça ("götünün gıymatunu bilü"), bir şeyin dibi ya da en alt tarafı ("havlunun götü"), cesaret (unu yapmak göt ister, göt!")

göt göte arka arkaya, peş peşe ("göt göte düşmüş gidiyala")

götlek- hakaret sözü, ibne, homoseksüel erkek

götü boklu- yeni yetme (hakaret olarak)

götün götün- yavaş yavaş arkaya arkaya gitmek

gövem- henüz yeşil ekin. Mavi gözlülere "gövem gözlü" denir.

gövermek- yeşermek, insanlar için kullanıldığında "morarmak". "Sabinin sookdan elleri gövermiş" çocuğun soğuktan elleri morarmış anlamına gelir.

göynek- fanila, iç gömlek

gözer- iri gözenekli kalbur

guduretden- Allah'ın güç ve kuvvetiyle, tabii

guluç- kulunç

gulak tözü- kulak arkasındaki çukur yer (buraya darbe almanın öldürücü olacağına inanılır)

guluk- küçük kulaklı

gundak- kedi yavrusu

gundaklamak- kedinin yavrulaması

gunnamak- yavrulayıp çoğalmak (eti yenmeyen hayvanlar için)

gurdalamak- kurcalamak

gursak- mide, karın. "Gursaksuz" ya da "Köpek gursaklu" şeklinde kullanıldığında düşüncesizce davranan anlamına gelir.

guyluk- kuyruk

guymak- dökmek, koymak

guytak- çukur

guz- güneş almayan yer ("guz düşmek")

Gücük ayı- Şubat

gücenmek- gıdıklanmak, huylanmak

gücünmek- can sıkmak, kahırlanmak

güğüz- gündüz

güp- küp

güvenmek- sevinmek

güyo- damat. Muhtemelen "güveyi"den bozmadır. Yaşlılar genç erkeklere "Gırmızu güyolar olasın" dileğinde bulunurlar



H

haçan- madem ki

halbur- bir tür kalbur

hamamlık- banyo

hamaylu- boyna asılan büyük muska

hambar- ambar

handal- fide yetiştirmek için iki ark arasında tohum ekilmiş toprak

hapas- avuç

hapcuklamak- avucuyla sıkıştırmak

harar- büyük çuval

haşlık- harçlık

hataş- ateş ("Hataş almaya mı geldin?" ziyareti kısa kesmek isteyenlere sitem için söylenir.)

havas- heves

havlu- avlu

havuz- hafız

haya- vücudun kasık, apışarası gibi gizlenen bölgeleri ("hayalarında çiban çıkmış")

hayat- evin altında hayvan ahırlarının önünde kalan geniş bölüm.

haylamak- seslenerek gitmesini, uzaklaşmasını, bir işi yapmamasını sağlamak

hayva- ayva

hebe- (ilk e uzatılır) heybe

helbet- elbette

heleki- iyiki

helki- kulplu ve kapaklı özellikle yoğurt mayalamada kullanılan bakır ya da aleminyum kap

herasıl- (a uzatılır) herhalde

heraza- her yer (herazam aarıya: her yerim ağrıyor)

hereni- çok büyük tencere

herk- sürülerek nadasa bırakılmış toprak

hevek- hevenk

hezetmek- (muhtemelen hazzetmekden bozma)hoşlanma, sevme

herk- sürülmüş tarla

hıcılayuk tutmak- hıçkırık tutmak, boğmaca hastalığı

Hıdırellez ayı- Mayıs

hıncıklamak- hınçlanmak

hırlak- hırıltılı soluyan, akciğeri hastalıklı

hırman- harman

hırtmuk- gırtlak

hısta- hisse

hıstedetmek- hissetmek

holluk- folluk

holtan- geniş, bol (elbise için "holtan gibi" şeklinde kullanılır)

honçuk- gizli saklı biçimde biriktirilen şeyler

hoter- fötr şapka

hotmak- eşek yavrusu

hotuk- sıpanın büyüğü

horaz/horuz- horoz

hökeleklü-   

höllük- eski beşiklerde bebeğin idrarının toplandığı küçük çömlek kap

hucu- fıçı

hursat- fırsat, ruhsat

hurun- fırın

huylanmak- kuşkulanmak


I

ırkılmak- duraksamak

ıslah- iyi, güzel. "Bek ıslah" çok iyi anlamında kullanılır.

ışgun- filiz

ışımak- güneşin doğup ortalığı aydınlatması ("ışımış")

ışmar- el, göz ya da başla yapılan hareket


İ

İbik- İbrem'in kısa söylenişi

İbrem- (e uzatılır) İbrahim

içinden fikirlü- içten pazarlıkçı, sinsi, hesapçı

iki cannu- yüklü, hamile

ilençe- (ilk e uzatılır) küçük leğen

ilmek- iki parçayı birbirine zayıf bir biçimde (örneğin teyelle) tutturmak

ilkmek- az az olan şeyleri biriktirmek, toplamak

irat- (a uzatılır) rahat (irat lokumu)

irediye- radyo

irfitün- "irfitün gibi" şeklinde aşırı soğuk esen rüzgar için kullanılır

iyeşmek- istenilen bir işi duymamazlığa, anlamamazlığa gelmek ya da başkasının üzerine yıkmaya çalışmak

isano- (i ve o uzatılır) insanoğlu

istifar (etmek)- istifra, kusma

işedük- idrar, sadır, sidik

itü- çok. Soğuk için kullanılır. "İtü sook va" Çok soğuk var

iyo- (o uzatılır) eğe

iyo kemüğü - kaburga

izirap etmek- ıztırap çekt.rmek, sıkıntı çıkarmak



K

kakmak- itelemek, (hayvan)tos vurmak ("İbiğin çocuunu öküz kakmış"

kakmuk- darbe, yumruk ("kakmuk yemek"

kefter- hakaret için söylenen bir söz (ihtiyar, cadı, bunak, moruk, yaşlı manda anlamına gelebilir)

kelem- lahana. "Ak mancar" da denir.

kelik- çobanın hayvanlarıyla birlikte kaldığı küçük barınak

kemüre- hayvan gübresi

kendürük- hamur tahtasının altına serilen deriden yapılmış yaygı

kepelek- kelebek

kepüç- ağız için kullanılan olumsuz anlamlı bir sıfat "kepüç aazlu"

kerc etmek- sitem etmek, aksine konuşmak

kertmek- çentiklemek

kertük- çentik

kese- kısa, kestirme yol. Kese gitmek, kese düşmek şeklinde kullanılır.

kesek- parça (bi kesek ekmek")

kesgüç- yufka çevirgeci; sac üzerindeki yufkayı çevirmeye yarayan, tahtadan yapılmış, yassı bir araç

kesmük- sigara izmariti, yenilen meyvenin arta kalanı

kesdenkele- kertenkele (yeşil renkli olanlara yeşilistan da denir)

keşik- nöbet, sıra

kevük- dalları aşağı çekmek ya da hayvanları bacaklarından yakalamak için kullanılan ucu ters V biçiminde sopa

kez- köşe ("başını tereen kezine vurmuş")

kınık- burunda anormallik nedeniyle sesi bozuk kimse

kiren- kızılcık

Kirez ayı- Haziran

kişelemek- tavuk vb. hayvanları kiş kiş diyerek uzaklaştırmak

koşmak- sürmek, kullanmak (araba koşmak: otomobil kullanmak)

kömüş- camız, dişi manda

körsenük- sönük, donuk, az pırıltılı

kundak- kedi yavrusu

kurumlanmak- böbürlenmek

köstü- köstebek

küfrez- uğrak olmayan yer

kükner- göknar ağacı

külaşır olma- tuz-buz olma, çok sayıda parçaya ayrılma, dağılıp gitme

külük- kulukça tavuk

kümsümek- rutubetli kokmak

kürümek- toprak, kar vb. şeyleri kürekle bir araya toplamak, küremek

kürtük- kuytu yerde toplanmış kar yığını

küsgü- 1. taş sökmekte kullanılan kalın, uzun demir. 2. ocaktaki ateşi karıştırmakta, odun itmekte kullanılan kalın ağaç

küsgüç- bitki kökü çıkarmakta, toprağı kazmakta kullanılan ağaç ya da demir araç.


M

mada- iştah, yeme isteği ("madam almıya")

madenüz- (a uzun okunur) maydanoz

mahna- bahane

makat- sedir

mal- büyük baş hayvan

mamalak- enayi, aptal anlamında aşağılayıcı söz

mamele- (a uzatılır) nikah (muamelesi), resmi nikah

mafaza- muhafaza

mancar- pancar (mancarın üç türü vardır: çükündürük mancarı, gara mancar, ak mancar)

mangaş- cımbız, pens

mani- hem ("Mani ağlar, mani giderim": hem ağlar hem giderim.)

mapisane- hapishane

maraz- hastalıklı kişi

mazin- (a uzatılır) müzezzin ("gara mazin" bir lakap)

meçcana- zorla (lügatta meccani bedava demektir, Yukarıkoçlu'da ciddi bir anlam kaymasına
uğradığı görülmektedir)

mefat- vefat

meğimsimek- (muhtemelen mühimsemektan bozma) önem vermek

meh- buyur al

mencilis- meclis, TBMM

menek- kedi yavrusu

mengenez-  kendir saplarının kabuk kısmını kırarak lifleri ortaya çıkaran bir araç

meramat- merhamet

mesmele- besmele

mesmelesüz- işe yaramaz kişi (muhtemelen anne rahmine düşerken besmele çekilmemiş anlamındadır)

metel- bilmece

Meyram- Meryem

mezer- mezar

mezellik- mezarlık

mıdara- iyi yerleşmemiş, eğreti

mık- mıh, çivi

mındar- (muhtemelen murdardan bozma)kesim yapılmadan ölen, eti dince haram olan hayvan, kirli, pis

mınık- burundan konuşan

mısmıl- ölmeden kesilen, eti dince helal olan hayvan (muhtemelen kesilirken besmele-mesmele- çekilmiş anlamındadır)

mıtırıp- cimri

mıtlak- mutfak

mızırdamak- mızmızlık edip durmak

mida-mide

midaresüz- minnetsiz

mindik- ufacık, küçücük ("ağlama mindük/anan gelü şindük")

minük- saç örgüsü

mintan- yakasız gömlek

misefür- misafir

motur- traktör

moymul- .....  ("moymul goyun")

muhanet- iyilik yapmayı sevmeyen, kötü, adi, ters, hain kimse

muşma- yumruk

mülevez- gevşek, ağır iş yapan kimseşer için kullanılan bir sıfat

müzümsüz- (ikinci ü uzatılır) lüzumsuz



N

nalet- lanet

namazlo- (o uzatılır) namazlık, seccade

nasibet- münasebet

nefes- nazar değmesi

Nezla- Necla

niza- tartışma ("niza etdük")

nudul- üvendirenin ucundaki sivri metal parçası

nusga- muska



O

odalamak- gerdeğe sokmak

oğmak- onmak (eksiği kalmayıp gönül ferahlığına ermek, mutlu olmak, mesut olmak)

okloç- (ikinci o uzatılır) oklava

okşamak- benzemek, andırmak

okumak- davet etmek

Orak ayı- Ağustos

oyurgamak- seyrek seyrek dikmek


Ö

öğürmek- kusarken veya kusacak gibi olurken “öğürtü” sesi çıkarmak

öğürsemek- (dişi hayvanlar için) çiftleşmek istemek

öğürsek- çiftleşmek isteyen hayvan ("öğürsek düve")

öğsü- ucunda ateş sönmemiş olan dumanlı odun parçası

öğsüz- öksüz

öllün körü- (birinci ü uzatılır) elinin körü (bıktırıcı, usandırıcı durum karşısında kullanılan bir azarlama sözü.) "öllün körü, sinniğin mıkı" şeklinde bir kullanımını da duydum.

öndere- üvendire

örük- hayvanların otlaması için bağlandığı uzun yular

örüm- hayvanların gece otlatılması

ötürmek, ötürük olmak- ishal olmak (daha çok hayvanlar için kullanılır)

övey- üvey

özemek- yoğurdu ayran yapmak için karıştırarak suyla inceltmek


P

paçur- bakımsız, üstü başı dağınık

pakla- fasulye

palazımak- büyümek, serpilmek, canlanmak, palazlanmak

paldım- semerin öne kaymasını önlemek için eşeğin kuyruk altından geçirilen kıl kemer ya da kayış

pançak- ağaç ya da bitkileri kök dalları (pançak atmak: kök dalları vermek)

panga- banka

parkak- bakraç

partal- palavra

pasa- hem, bir yandan ("pasa yidi, pasa gonuştu")

pasak- (muhtemelen basaktan bozma) merdiven

pavkurmak- ...

pavruka- fabrika

payınsıma- kaale alma

pazar ekmeği- çarşıdan alınan ekmek

pazar günü- Çarşamba (Alaçam'da pazar kurulan gün)

penek- bkz. tömek

peket- paket

perekente- perakende

peş- çapraz

peşgül- (peşkirden bozma) havlu

peştanbal- peştamal

pılıçga- avanta

pırız- çoban yamağı

pırsımak- (sebze-meyve için) buruşmak, pörsümek, solmak (pırsık- pırsımış şey)

pırtu- giyim eşyası, ("pırtı görme" düğün öncesi gelin için giysi satın alma)

pısmak- sinmek

pısuk- çekingen

pıtırak- dikenli tohumu giysilere, hayvan tüylerine yapışan bir ot

picikmek- kuşkulanmak

piçtan- piç, gayrimeşru ilişiden doğmuş

pin- tavuk kümesi, "pinek/pinnik" de denir

pirket- briket

pisik- kedi

poğ- bohça

pontul- pantalon

popak- külah

popara- dayak yemek, azar işitmek

porasa- pırasa

posdal- ayakkabı

pörle- kurna

pözü- hamurun yassıağaçta açılmadan önce küçük top biçimindeki hali

puar- pınar

puşta-tomruğun kenarından çıkarılan bir yanı düz bir yanı yuvarlak ve kabuklu tahta

puut- kavrulmuş un

pür- göknar ya da çam ağacının kurumuş iğne yaprakları üzerinde bulunan dalı. Kolayca tutuştuğu için ateş yakmakta kullanılır. Yukarıkoçlu'da "Pür köylerin ipregazıdu" derler.

püsküt- (ikinci ü uzun okunur) bisküvi



S

sadır- sidik, idrar

sal- 1. hasta ya da ölü taşınan sedye; 2. yamaç, etek ("dağ salı" ifadesinde geçer; dağ köylerini anlamındadır.)

salak- hayvanların yazın yattıkları dört yanı çevrili, üstü açık yer

Salik- Salih

samaruk- sersem, aptal, bön

samsak- sarımsak

samuramak- uykuda konuşmak

sapa- yol üstü olmayan, işlek olmyan, tenha, ıssız

sasuk- tatsız tuzsuz

say- tabaka biçiminde yassı taş

saya- koyun ağılı

sede- sade, sadece

sef- yanlış, hatalı (muhtemelen "sehiv"den bozma)

seğirtmek- koşaradım gitmek

sehem- (birinci e uzatılarak okunur) pay (Bi sehem Zondololara iki sehem Gızılolara ...)

sekmen- alçak ayaklı, arkalıksız iskemle; tabure

selbes- serbest

seme- sersem

sendiremek- sendelemek, dengesini kaybedip düşecek gibi olmak

Seyin- Hüseyin

sırnaşmak- rahatsız edecek biçimde bir kimseden sürekli istekte bulunmak

sırtarmak- sırıtmak

sıtkı sıyrılmak- yılmak

sıtkınan- dikkatlice

sıvatlamak- el içi ile bir şeyi düzler gibi yapmak

sifte- (muhtemelen siftahtan bozma) ilk, ilk defa, önce

simeç- (i uzatılır)saklambaç

simek- (i uzatılır) saklanmak, sinmek

sivgüç- fideleri dikmek için toprakta delik açmaya yarayan svir uçlu ağaçtan mamül alet

siyek- sinek

soğna- sonra (undan soğnacuuma eycüüme")

sokum- bir ısırşta yenecek kadar ("bi sokum ekmek")

sokur(d)anmak- kızgın kızgın söylenmek

soluğan- nefes darlığı olan

somak- taneleri alınmış mısır koçanı

sormak- emmek

soygun- ölünün üzerinden çıkarılan giysi, "soygun çıkasıca" şeklinde beddua olarak kullanılır)

soymuk-

sökel- hasta? ("hasta sökel var mı?")

sövelmek- ayakta durmak, dikilmek

söye- bina yapımında kapı yerlerine konulan büyük taş

söykünmek- dayanmak, yaslanmak

susa- şose

suvatlamak-  elin iç tarafıyla bir şeyi düzler gibi yapmak

südük- 1. sidik, 2. döl

sümeyt- sima, bir kişinin yüzünün görünümü

sütkem olmak- nezle olmak

süyem- iyice açılmışken baş parmak ucu ile işaret parmağının ucu arasındaki mesafe

süzmek- bir süre dikkatlice bakmak


Ş

şarapgana- pekmez yapılırken meyve suyunu posadan ayırırken kullanılan oluk

şargada- şımarık, yaramaz çocuk

şikürsüz- çirkin, kılıksız

şinik (birinci i uzatılır) . tahıl ölçü birimi (bir teneke yarısı:8 kg)

şindük- şimdi, hemen

T

taf taf- nöbet nöbet, aralıklarla (yamur taf taf yağıya; sabi taf taf yangulanıya)

tam- ahır

tebelleş- musallat

tecir- (tacirden bozma) hayvan alıp satan

tecirba- tercübe

teçcal- (deccaldan bozma) fitneci

tehne- tenha

temellü- tamamen

temşüt- temcit, sahur yemeği

temüro- temriye, deri hastalığı

tentene- dantel

tentürüz- titiz, temiz, düzenli, derli toplu

tenyare- teyyare, uçak

tepsük- tesbih

terek- raf

tevek- kabak bitkisinin taze uç dalları (haşlanarak "tevek aşı" yapılır)

tevgülü- sözlü, nişanlı

tez- çabuk, hızlı ("tez ol")

teze- muhtemelen "taze"den bozmadır. Bir olayın yakın zamanda
olduğunu anlatmak için kullanılır. Örnek: "Anşa Garı teze geldi" (Ayşe Kadın kısa
süre önce geldi).

tezek- sertleşmiş toprak parçası

tıkka- takke

tımar- dayak, patak (tımar atmak: dövmek, pataklamak)

tılar- beşikte kullanılan, yelliğe denk gelen kısmı delik yatak (yellik meddesine bakınız)

tırampa- değiş tokuş

tırık olma- ishal olma

tiken- diken

tiliz çuval- kendir ipliğinden yapılmış çuval

tirengiz- temizlik konusunda titiz

tosbo- (ikinci o uzatılır) kaplumbağa

tok- (o uzatılır) tavuk

tokmak- (fiil) çarpmak, sertçe değmek, dokunmak

tokumak- dövmek; değnekle vurarak meyveleri ağacından düşürmek

topuz- eli, ayağı büzüşmek ("topuz galasıca")

töbe- tevbe (kızgınlık-şaşkınlık anında kullanıldığında ikilenir ve ö uzatılır -tööbe, tööbe-, tevbe et anlamında kullanıldığında ise ö kısadır -töbe de!-)

tökezimek- tökezlemek, ayağı dolaşmak

tömek- kümes veya ahır gibi binalarda küçük, eğreti pencere

tönbülmek- yuvarlanıp yatmak

töngel- döngel, muşmula

töremek- türemek, ortaya çıkmak, çoğalmak

tufa- çene kemiği ("tufalarını muşmalamış")

tuluk- yanak, avurt

tutar- sara hastalığı

tüğ- düğüm

tüğlemek- düğümlemek

tüğmek- düğüm

tüken- dükkan

tükmük- tükürük

tüsülemek- tütsülemek



U

ufalamak- ovalamak

uğramak- bir yere gitmeye niyetlenmek, yola çıkmak ("Alaçam'a uğraduk.")

uğunmak- acıyla kıvranma

u gada- o kadar

uğra- ekmek yapılırken hamurun yapışmamasını sağlamada kullanılan birazcık un

urba- elbise

ustun- evlerde çatının ortasına konulan makasları bağlayan ana direk

usul- yavaş, sakin, sessiz

uşak- 1- genç erkek ("karayağızın esmerisi, büğdey tennü bi uşak"), 2- bir sülalenin erkekleri ("Zondallu uşağı", 3-hey, yahu vb. anlamında seslenme ünlemi

uvarmak- 1-onarmak, 2-(mecazen) pataklamak, dövmek

uymak/uylamak- sataşmak



Ü

üçürdüm- üçte bir ortaklık

üra- (ü uzatılır) rüya

ürgelemek- sallamak (genellikle beşik için ya da beşiğe belenmiş bebekler için kullanılır)

üsdüne varamamak- bulamamak ("goduumun üsdüne varamıyom" yaşlı bir kişinin hafızada meydana gelen zayıflama nedeniyle bir yere koyduğu bir eşyayı bir süre sonra aradığında bulamamasını anlatmak için)

üşengeç- tembel, iş yapda ağırdan aldıran

ütmek- (ü uzun okunur) öğütmek

ütülemek- bir şeyin üzerindeki kıl ya da tüyün ateşle yakılması

üykü- uyku

üzülmek- 1. yırtılacak kadar eskimek, 2. bitip tükenmek ("ardı üzülmek")



V

vakıt- vakit

vakıtsız olmak- kendini kötü hissetmek

var- haydi, durma ("var git" biçiminde kullanılır)

variyetlü- zengin



Y

yabuç- biçimsiz, eğiri büğrü

yal- hayvan yemeği (pişirelerek verilen yem)

yalak- hayvanların su içtiği ağaç kap

yalduruk- eğri, yılmış nesne

yal gibi- tatsız, tuzsuz

yaluğuz- yalnız

yama- bayır yerdeki arazi

yan yinge- yengeç

yangu- ateş(insan için), yangulanmak- ateşi yükselmek

yangubaz- aksi, yan çeken, düzenbaz

yanpirik- eğrilmiş, eğri, yan, çarpık

yanuç- açılmıç hamurun içine peynir, soğan, ıspanak vb. konularak yapılan bir çeşit sac böreği

yarsımak- hoşuna gitmek, beğenmek

yaslaç- (ikinci a uzatılır)ekmek yapılırken kullanılan yassı ağaç

yavan- katıksız ("yavan yaşık, ne bulduysa yidi")

yasu- yatsı

yavan yaşık- az çok, iyi kötü, Allah ne verdiyse ("yavan yaşık ne varsa yidile")

yaymak- hayvan otlatmak

yaylım- mera, hayvan otlatılan yer

yazu- otlak

yeğin- çok beğenilen, üstün nitelikli, çok iyi, çok güzel

yelek- kuş kanadı, kuş kanadından yapılan ve ekmek vb. şeyler üzerine sıvı yağ sürmek için kullanılan gereç

yelikmek- şımarmak, yaramaz hareketler yapmak

yellik- beşikte çocuğun idararının toplandığı topraktan mamül bir tür testi

yemiş- incir

yengil- hafif

yennemek- dişi hayvanların yavrulamaya yakın göğüslerinin büyümesi

yenürce- gittikçe genişleyen yara (muhtemelen frengi fastalığına bağlı). "Yenürce yiyesice" şeklinde beddua olarak kullanılır.

yerişmek- erişmek, ulaşmak

yeşilistan- yeşil renkli kertenkele

yılmak- bozulmak, eğrilmek

yıluk- şaşı

yirük- yırtılmış, güzelliği bozulmuş ("yirük aazlu" deyiminde geçer)

yoğsuz- yoksul

yok-  leke, iz, kalıntı, bulaşık ("Çanakta hoşaf yoku varımış")

yoka- yufka, ince, sığ

yuğlanmak- yuvarlanmak

yuntu suyu- bulaşık suyu

yuurmak- yoğurmak

yüklü- gebe, hamile

yülümek- tıraş etmek

yürek- mide ("yüremin azı yanıya" İngilizce'deki "heartburn"ün tam karşılığı olması ilginç!)

yüzek depmek- yüzmek




Z

zabak- sabah (zabaanan- sabahleyin)

zan- (a uzun okunur) sahan

zanca geçmek- ihanet etmek (evlilikte)

zar- (a uzun okunur, muhtemelen zahirden bozma) galiba, sanırım ki

zavzu- sebze

zayır-  zahir, elbette, şüphesiz ("gelü zayır")

zebella- dev, büyük

Zehmeri ayı- Ocak

zeklenmek- karşısındakinin sözü ve davranışı ile alay etmek, taklidini yapmak

zellet- lezzet

zerze-demirden yapılmış kapı kilidi

zevle- zelve, öküzün boyunduruktan çıkmaması için boynunun iki yanından boyunduruğa, aşağıya doğru geçirilen çubuk

zeyinsüz- (muhtemelen zihinsizden bozma) düşüncesizce davranan

zivildemek- vücut yüzeyinde bit, pire (gibi) gezinmek

zivir- içi daralmak, ashabı bozulmak, sinirlenmek anlamlarına gelen zivir darlığı yapmak, zivri daralmak deyimlerinde geçer

zoba- soba

zopa- sopa, dayak

zolcan- (o uzatılır) solucan

Yukarıkoçlu'nun coğrafik konumu


View Larger Map

1 Ağustos 2009 Cumartesi

Düğün Günü

Yıl 1972. Nihat Zengin ve Naciye (Çam)'ın düğünü. Oturanlar Çaylı Mustafa'nın hanımı, Fatma ve Rasim Zengin, ayaktakiler Nazmi Zengin, Mahfer Zengin (Kılcı) , Nihat Zengin, Naciye (Çam)Zengin, Sunar Kılcı(Öney), Gülizar Zengin (Güner), Kadriye Zengin (Genç), Hanım Zengin.

30 Temmuz 2009 Perşembe

Satı Zengin

Satı (Satu) Zengin, Öküztaşı köyünden Abdullah'ın kızı (Aptil'in kızı). Şükrü (Mollanın Şükrü) Zengin ile evli. Fikri, İbrahim, Şevki, Rasim, Hamide (Çalışkan), Gülizar (Güner), Mahfer (Kılcı) ve Nazmiye (Koç)'un annesi. Mezarı Alaçam'da büyük oğlu Fikri ile yan yana. Muhtmelen 1970'lerin ilk yarısında çekilmiş bu fotografta ağabeyi Halil (Satılmış) Ergün'le beraber.


Satu Nene hakkında

Satu Nene tam bir Osmanlı kadınıydı. Görmüş geçirmiş denen türden müstesna bir insandı. Kocası Şükrü yıllarca harpte kalmıştı. O arada evi barkı çekip çeviren çocukları yetiştiren Satu Nene olmuştu. Harp bitince eve dönen Şükrü Dede önce üzerine bir kuma almış, sonra da hastalanmıştı. Ne hastalığı vardı diye sorduğumuzda "Ne biliriz oğlu, o zaman doktor mu vardı? Tere yatmış derlerdi" diye anlatırdı. "Tere yatma"nın anlamını bilemiyorum ama anlatılanlara bakılırsa tüberküloz olsa gerek. Kronikliği, gece terlemeleri yapması, o dönemlerde Karadeniz havalisinde sıtmayla birlikte çok yaygın görülmesi bunu düşündürüyor. Satı Nene'nin Şükrü Dede'den bahsederken kelimelere dökmediği derin bir kırgınlığı olduğu fark edilirdi. Özel hayata dair bu meseleyi kendine soramadık ama üzerine kuma getirmesinin bir sonucu olsa gerek diye düşündük hep.

Satu Nene Yukarıkoölu'da çok sevilen bir sima idi. Köye çok hizmetleri olmuştu. Bunlarda en önemlisi 1970'li yıllarda dahi yolu bulunmayan köye yol getirilmesidir. Benim de bir kaç defa Yukarıkoçlu'da Alaçam'a yürüyerek gittiğim vakidir. İdmanlılar için 6 saat sürerdi. Atla gitmek şimdi uçakla gitmek gibi bir şeydi. Hastaların iki at arasına sal kurularak götürülürdüğünü gözlerimle gördüm. Satu Nene, köye yolun getirilmesinin deyim yerinde ise "delisi" idi. Bafra'da kalmış Ankara'ya gitmiş, zamanın başbakanı Süleyman Denmirel'e sorununu arz etmişti. Bunu "kadın başı"(!!!!) ile yapabilmek bırakın o günleri, bugün bile her babayiğidin harcı olmasa gerek. Yol sevdası onu öylesine sarmıştı ki rüyalarında bile yolla uğraşırdı. Uykusunda yol "Kızılan"dan giderse şu kadar kilometre, "Etcimez"den giderse bu kadar kilometre olacağını konuştuğuna ("samuramak" derler buna Yukarıkoçlu'da)bir kaç kez şahit oldum. Şimdi Yukarıkoçlu'nun yolu var. Önceleri haftada bir Çarşamba günleri kamyon ya da traktörle sağlanan ulaşım şimdi haftanın üçgünü minibüslerle ya da özel otomobillerle sağlanıyor. Özellikle hastalar bu yol üzerinden kolaylıkla şehre ulaştırıldığında eminim ki Satu Nene'nin kabrine nur üstüne nur iniyordur.

Satu Nene'den duyduğum sözler, deyimler, deyişler

"Ak karga getirir, kara karga götürür." Babanın çalışıp kazandığını tutumlu kullanmayan eş ve çocuklar için söylerdi.

*

"Yolunun üstüne koydumi toplaya toplaya gelirsin." Söz dinlmeyen gençlere söylediği senin de başına gelecek bunlar anlamında bir sitem cümlesiydi.

*

"ırgatın orağını saklamak" lüzumsuz işlerle çalışanı engellemek

*

Eminem oylu musun?
Minare boylu musun?
Her gelen seni sorar,
Altun hamaylu musun?

*

Ay gördüm, nur gördüm
Hazret Aliyi bir gördüm

(Muhtemelen daha uzun bir Alevi deyişinin parçası olan bu dizeleri Satu Nene dolunay gördüğü zaman söylerdi. İkinci dizedeki "bir" "pir"den bozulmuşa benziyor.

(sürecek)

Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer

Bir Kurban Bayramı. Siyah beyaz fotograf günlerinden. Muhtemelen 60'lı yılların sonları. Kadriye Zengin (Genç), Nazmi Zengin, Sunar Kılcı (Öney), Şevki Zengin, Hakan Kılcı, Mahfer Kılcı (Zengin), İbrahim Zengin. Arkada Sami Güner ve Duran Zengin'in yüzleri tam olarak fotograf karesine girmemiş. Koç bir kaç saat sonra kurban edildi. Çocuklar büyüdü. Şimdi Kadriye Bursa'da, Nazmi Konya'da, Sunar İstanbul'da, Hakan Ankara'da iş-güç, çoluk-çocuk sahibi. Mahfer Kılcı Ankara'da, Şevki Zengin, Alaçam'ın Doyran köyünde, Sami Güner ve Duran Zengin Bafra'da oturur. İbrahim Zengin bir kaç yıl önce rahmetli oldu, Bafra'ya defnedildi. Nur içinde yatsın.

Şevki Zengin

Şükrü ve Satı Zengin'in oğullarından. Fikri, İbrahim, Rasim, Hamide, Gülizar, Mahfer ve Nazmiye'nin kardeşi. Halen Doyran köyünde oturur. Halil (Satılmış) Ergün'ün damadı. Abdullah, Duran, Necmi'nin babası.

Nazım Zengin

Nihat ve Naciye Zengin'in oğullarından. 1973 Bafra doğumlu. Ankara Üniv. DTC Fakültesi muzunu. Halen Bafra'nın Müstecep köyünde sınıf öğretmeni. Sevda (Çam) ile evli. Merve ve Rasim'in babası. Aksi belirtilmedikçe bu blogdaki fotograflar Nazım Hoca'nın objektifinden.


Nazım'ın şiirleri


"Bir hayal kur
Güleceksek güneş gibi gülelim yeryüzüne
Ağlayacaksak yağmur gibi ağlayalım"


diyen Nazım'ın bazı şiirlerine http://www.edebiyatdefteri.com/siir/140638/bir-hayal-kur.html adresinden ulaşılabilir.

Nazım'ın fotografları

Nazım'ın fotograflarına http://galeri.netfotograf.com/portfolyo.asp?nf=166215 adresinden ulaşılabilir.

Bir Yukarıkoçlu Yemeği: "Dikme"

Kurban Bayramı'nda sofra. Ortadaki yemek "dikme", "ıslama" diye de bilinir. Yufka ("yoka ekmek") rulo biçiminde dürülür, 7-8 santim boyunda parçalara ayrıldıktan sonra dik olarak tepsiye yerleştirilir, üzerine haşlanmış etin suyu sıcak sıcak ilave edilir. (Not: Çatal-kaşık kullanmadan yenen bu yemeği yerken parmaklarınıza mukayyet olmanızı tavsiye ederiz.)

Yukarıkoçlu'dan Bir Sofra

Üç tabak kesmeç çorbası, taze koyun peynirli yumurta, yoğurt ve pekmez. Hepsi Yukarıkoçlu'nun ürünü. Salata malzemsi Alaçam'dan.

Nihat Zengin

Rasim ve Fatma Zengin oğlu. 1950 Yukarıkoçlu doğumlu. Tarım Bakanlığı'ndan emekli. Halen Bafra'da oturur. Naciye (Çam) ile evli. Nazım, Naim ve Murat Namık'ın babası.

Fatma (Fadime) Zengin (Herecoköylü)


Yukarıkoçlu Zıbo mahallesinden. Köseköy Hereco mahallesinden Mehmet ve Ezine Gürel'in kızı. Rahmetli Rasim Zengin'in eşi. Nihat, Nazmi ve Kadriye (Genç)'in annesi.

Yukarıkoçlu'da Bahar


Yukarıkoçlu, Samsun ilinin Alaçam ilçesine bağlı bir köydür. Eski adı Yukarımülgüç'tür. Zıbo, Gağşak (Kavşak) ve Çongo (resmi kayıtlarda sırasıyla Zubo, Orta mahalle ve Tongaz) olmak üzere 3 mahallesi vardır. Samsun il merkezine 104, Alaçam'a 24 km uzaklıktadır.